27 Eylül 2012 Perşembe

Himalaya Tuzu

Bir kaç hafta önce kayınvalidem televizyonda "himalaya tuzunun şifaları" diye bir şey izlemiş. Akşamına keyif kahvelerimizi yudumlarken bana da bahsetti. Hatta bir koşu aktara gidip yarım kilo himalaya tuzu almış. Bana da bir poşete koymuş. O günden beri koymuşum mutfak dolabına duruyordu.  Dün gece yatağıma yattım. Uyuyamadım. Stres ve yorgunluktan bütün kaslarım halay çekiyordu sanki. Hopbidi hopbidi... Bir sağa atıyorum kendimi bir sola.. Allahım dedim ne yapsam beni rahatlatır, bebek gibi uykuya dalarım.
Papatya çayı... 
Güzel bir duş...
Ilık bir bardak süt...
Eşimin yapacağı mükemmel bir masaj... (tamam bu biraz fanteziye kaçtı. çünkü o sıra içerde maç izliyordu :) )
Birden odanın karanlığında kafamda bir lamba yandı :)
Himalaya Tuzu !!!
Kalktım hemen. Ayaklarımı rahatlıkla koyabileceğim büyüklükte bir leğen ayarladım. Leğenin içine bir avuç "himalaya tuzu" koydum. Sonrada bileklerime gelecek kadar temiz içme suyu koydum. Musluk suyu olmayacakmış. Temiz içme suyu şartmış. Öyle demişler :) Sonra limon tuzu gibi kristal kristal olan tuzları tahta kaşıkla karıştırarak biraz erittim. Ama tamamen eritmedim ki ayaklarımı üstüne basabileyim. Geldim salona oturdum. Koydum ayaklarımı leğenin içine. Zaten bir kısmı suda eridiği için su minarelleri aldı. Kalan parçalarada ayaklarımı koydum. Böyle küçük küçük kıpırtılarla ayaklarımı tuz kristalleri üzerinde gezdirdim. Yaklaşık yarım saat durdum böyle. Gözümde televizyona dalmış. Sonra ayaklarıma bir baktım ki, o tertemiz berrak içme suyu böyle, çok yoğun olmamakla birlikte bulanıklaşmış. Zaten anneminde dediğine göre tuzun içindeki mineraller saç diplerinden - tırnak uçlarına kadar bütün toksinleri alıyormuş. Su bu nedenle bulanıklaşıyormuş. Tabikisi toksinlerden arınan vücut rahatlıyor ve sinir kalıyor ne stres. Sonra bir güzel ılık duşunuzu yapıyorsunuz. Sonra doğruu yatağınıza mışıl mışıl bir uykuya :)
Bu yukarıdakileri de araştırırken buldum :) Hak verirsiniz ki iş paydosu yaklaştıkça karnım acıkmaya başladı :) Akşam eve gidince himalaya tuzu kayasında mangal keyfi yapayım bari hahahah :) Vallahi Türkiye de yeni yeni bilinirliği artan bu tuzu yurt dışında mangalda pişirme tahtası olarak kullanıyorlarmış. Vardır bir bildikleri herhalde :)


25 Eylül 2012 Salı

"Hemşerim" Mekanın Cennet Olsun


NEŞET ERTAŞ

Neşet Ertaş türkü demek; binlerce yıldır söyleyen ve söylenecek olan... Neşet Ertaş bağlama demek; binlerce yıldır çalınan ve çalınacak olan... 

Hayatının anlattığı bir şiirinde şöyle der:
"Dizinde sızıydı anamın derdi
Tokacı saz yaptı elime verdi
Yeni bitirmiştim üç ile dördü
Baban gibi sazcı oldun dediler"
Derken bir gün elinde sazı, cebinde iki buçuk lirayla ver elini Ankara diyerek Kırşehir'den ayrılır. Ankara, İstanbul, kısa bir süre için tekrar Kırşehir ve nihayet hiç bitmeyecek bir gurbet hayatına başlamak üzere tekrar Ankara... Gazinolar, pavyonlar, eğlence yerleri, düğünler ve konserler... Ve turneler; Anadolu turneleri, Sarısözen'in tabiri ile "Kırşehirli mahalli sanatçısı" Neşet Ertaş, 1960'ların sonlarına doğru artık yurdun dört bir tarafında zevkle dinlenen ve herkesin sevdiği bir sanatçı olmuştur. O'nun türküleri ortanadolu bozkırlarının bin yıllık hüznünü anlatır. İşte bunun için, "türkü" denince O'nun o gür, parlak ve bir o kadar da içli ve duygulu sesiyle söylediği yürek burkan ezgiler gelir aklımıza. Bağlama denince de O'nun elinde adeta sihirli bir alet haline gelen bin yıllık sazımız akla gelir hemen. 1976 yılında geçirdi ani bir rahatsızlığın tedavisi için Almanya'ya gider ve iyileştikten sonra sanatçı olarak oturma izni alıp orada kalır. Yirmi üç yıldır  "Alaman gurbetinde", ülkesine insanlarına duyduğu aşkla çalıp söylememektedir.

Bir sanatçıyı tanımanın en iyi yolu, hele de bu Neşet Ertaş gibi Türküler de hep kendini anlatan, kendi ruh ve gönül macerasını saza, söze döken bir usta ise, en güzeli sanatçının kendisini dinlemek. Neşet Ertaş, sazı türkü'ye; türkü'yü saza o kadar yakıştırır ve yakınlaştırır ki, dinleyenlere derin iç çekmek ya da göğüs geçirmek kalır.

Evime beş dakika uzaklıktaki hastaneye yatığının haberi geldi. "Gidelim" dedim. Hemşerimizi ziyaret edelim. Yalnız olmadığını bilsin. "Yoğun bakımda, durumu ciddi" dediler. Ziyaretçi kabul edilmezmiş. Hiç görmedim. Yanı başıma geldin yine göremedim. Sevmek saymak için görmeye tanımaya gerek yok ki... Dedemlerden, amcamlardan, babamdan bilirim ben seni... Biz "HEMŞERİMİZ" deriz sana. Görmeye dokunmaya ne gerek var ki... Biz gönülden bağlıydık sana. Mekanın Cennet, toprağın bol olsun Hemşerim...

18 Eylül 2012 Salı

Apartman Toplantısı

Bizim apartman 10 katlı her katta 3 daire var. Toplamında 30 haneli bir yer. Son bir aydırlı devamlı bir apartman toplatısıdır gidiyor. Her eve girişte panoda başka başka toplantı duyuruları okuyoruz. On gün önce özellikle kapı kapı gezip toplantıya çağırdılar. Bizde duyarsız kiracı pozisyonunda ısrarla gitmiyoruz. Gitmiyoruz çünkü dediğim gibi kiracıyız. "Neyse karar versinler ev sahibi karşılar" rahatlığında takılıyoruz. Gitmiyoruz çünkü apartmanla hiç bir bağlantımız yok. örneğin 30 haneli yerde bir tek karşı komşumu tanıyorum. Tanıyorum dediğim aynı anda kapıya çöp falan koyarken günün vaktine göre "iyi akşamlar" ya da "iyi günler" diyoruz. Hatta bazen diyorum "pek sohbetimiz yok ama numaramızı bıraksak mı acaba? Allah korusun biz evde yokken bir şey olsa arar haber verirler." Tabi ben bunu aylardır düşünüyorum ama icraat yok. Neyse dün yine akşam kapı çaldı. Yönetici genç bir çocuk kapıda. (Bu arada yöneticiyi 3 yıldır yeni görüyoruz) 
Kapıyı eşim açtı. 
yönetici: "iyi akşamlar abicim. Aşağıdaki cafede apartman toplantımızı yapıyoruz. Gelirseniz iyi olur." 
Eşim: "yok mok, ık mık" 
Yönetici: "Abicim çok önemli bir mesele var valla hep birlik olmamız lazım. Gelin siz gelin. Gelmeniz lazım. Mutlaka toplanmalıyız." 
ve eşimin süper yaratıcı bahanesi geldi "hay allah yaa çok önemli bir telefon bekliyorum da... o nedenle şuan evden çıkamam" hahahahahha :) adam yemedi tabi "abi nolur gel illa gel. Ben bıktım ben usandım. Nereden yönetici oldum."
Neyse kapıyı kapattı benim ki... Yahu dedim noluyor? bu kadar önemli olan mesele ne? Kara paramı aklıyorlar? Apartmana biri bomba koydu da yerinimi bulamıyorlar? Yoksaaaa apartman depreme dayanıksız çıktıda yıkım kararımı geldiiii? Ben ardı ardına felaket senaryoları yazınca eşimle gidip toplantıya katılıp gerçekten nolduğunu öğrenmeye karar verdik.

Cafeye indik. Gerçekten bu sefer başarılı olmuşlar hemen hemen bütün daire sakinleri gelmişti. Bu arada herkes bize yabancı ben hala bir tek karşı komşumu görüncü iyi akşamlar diyebildim. Çünkü herkes bi gerginlik var. Oturduk. çaylar söylendi. Başladılar tartışmaya. Yahu konuyu bilmediğimiz için biri birini dava ediyormuş. Eğer şiyaket devlete gidersen binaya 109 milyar ceza gelirmiş. Her daire başına düşeni ödermiş. Avukat bulmuşlar 1,5 milyar istiyormuş. (eski para tabirleriyle anlatıyorum dimi :) ) Neyse biz olayı çözene kadar bir saat geçti. Geçti de tabi bu arada ortamdaki gerginlikte arttı. Birden bir adam , başka bir adamın karısına öküz aptal salak diye saydırmaya başladı kadında adama "way anam bana ni didiii, sen bittin" deyi fırladı. Kadının kocası birden kadını yumruklamaya başladı. Kadın kaçtı adam peşinden gitti. Bir adam kalktı siyasetçiler gibi masaya vura vura " ben kadına söz hakkı verilmediği ortamda konuşmam. Kadınlar ki kutsal insanlar onlara kalkan eller kırılır. Ben kadınların konuşması fikirlerini söylemesi taraftarıyım. Ama bu adam buna izin vermiyorrrr" diye bağrınırken adam karısını bıraktı adama yöneldi. Adam kaçmaya başladı. Bu arada eşimle ben, haa birde karşı komşum olana bitene ağzımız açık bakıyoruz. Çaylar elimizde kaldı. Sonra eşimin kulağına eğildim. "Canım, biz nasıl bir apartmanda oturuyormuşuz yaw? hadi kalk biz kiracıyız, siz anlaşmaya varırsanız bize haber edin. Bizde ev sahibine bildiririz de.. de ki yürüyüp gidelim." dedim. Nitekim de öyle yaptık. Hadi flash tv de falan programlar var ya.. İnsanlar birbirlerine giriyor, kafasında bardak kırıyor, ayılıp bayılıyor. Hah işte bende onları sizin gibi kurmaca sanıyordum. Ama dünkü toplantıda kendimi Müge Anlının programında konuk gibi hissettim. Kurmaca değil gerçek hayattan olaylardı. Gülermisin ağlarmısın yahu !!!

13 Eylül 2012 Perşembe

Kuzey Güney Başladı

Hasretlik biter mi? Biter.
Sayılı gün çabuk geçer.
Yeni sezonda dört gözle beklediğim dizilerden biri de dün itibariyle başladı.
KUZEY GÜNEY
Başladı ki ne başladı :) 
Heyecan dorukta.

Bizim esas oğlan Gürcistanlara Ali'nin intikamını almaya gitmiş. Ferhat'ın peşine düşmüş. Kimsenin haberi yok tabi ki... Yine işini kendi hallediyor. Birde yeraltı dünyasından bir adam tutmuş. Polislerden önce kanlısını bulmak için. 10 bin dolara çatır çatır buldurttu Ferhatla Simayın yerini. Neyse bu olaylar son sahnede patladı. Ondan önce geçen seneden Ali'nin ölümüne dönüyorlar anı sahneleriyle. Aman Allahım ben ağlamaktan yerlerdeyim. Bir morg sahnesi çekmişler. 

Kuzey : "Oğlummm soğuk lannn burası" "Kardeşimi burada nasıl bırakırım lannn" 

Ben: Yapma Kuzeyy, yapma oğlummm ciğerim parçalandı lannnn.. Ağlamaktan içim dışıma çıktı yapmaaa

Sen nasıl bir oyuncu oldun. Bu rolü ruhuna bedenine nasıl oturttun. İki göz iki çeşme ekrana kitleniyorum yahu. Sona doğru Ferhatın yolunu kesmesine 5 dk kala yanındaki adam " 5 dakika... Sevdiğinle devalaşmak için çok kısa, düşmanını beklemek için çok uzun" diyor. Sonra Kuzey telefona sarılıyor. Çattt Cemreyi arıyor. Ben "Aslanım helal olsun be!! Tutma içinde yiter lan sende insansın." Kuzey " Cemre ben sana bir şey söylicem. Beni dinle Çirkin. Ben korkak değildim. Ben suskundum. Ama içimdekinleri söylemezsem gözlerim açık gider. Cemre.... Ben seni.... çok seviyorum. Ben seni herkesten her şeyden çok seviyorum. Bunu kalbinin bir kenarına koy sakla tamam mı?" dedi. Sonrada Ferhatın üzerine doğru yürüdü ve sezonun ilk bölümü hayırlısıyla bitmiş oldu :)
Güney'e nolmuş valla hiç anlamadım. Bindir takla attı. Oyunbozanlıklar hile kurda ne varsa yaptı. Eşi dostu kardeşi kim varsa sattı. Sinaner soy adını alıp iç güveysinden hallice olabilmek için. Geçen sezon sonlarına doğruda boğazın kenarında güzel bir düğün yaptı. Banuyla evlendi. Tabi banu biliyor Cemre takıntısını. Gidip cemrelerin evini basıyor. Cam kapı indiriyor. Güneyede yok işte sen varoşlardan geldin benim şirketimde mevki sahibi oldun falan diye lafları sokuyor. Nasıl olduysa bugüne kadar gururu yerlerde olan Güney Beye bunlar çok koymuş hahahaha :) Banuyla yatak odalarını ayırmış. Ayrılmak istiyor fakat Sinanerlerin ailevi sorunlarından dolayı anne Sinaner buna müsaade etmiyor. Kuzeyin başının tehlikede olduğunu öğreniyor fakat yine mal gibi hiç bir şey yapmıyor. Hala Cemreyi dikizliyor.
Cemre Zeyneple yüzleşiyor. Ali ölürken Kuzeye "içinde saklama sevgini. İçinden geldiği gibi yaşa" falan diye vasiyet veriyor. Bunu duyan Zeynep Kuzeyin Cemreyi sevdiğine kesin emin oluyor ve yurtdışına geri dönüyor. Babasının rahatsızlığı üzerine Türkiye'ye geliyor ve Cemreyi karşısına alıp sakin sakin tabi ağlaya ağlaya "ben her şeyi biliyorum. Kuzey seni seviyor" falan diye lafa açıyor. Cemrede yok mok  - ık mık diyor ama sonunda oda kabul ediyor. "Ama ben Kuzey için abisinin eski nişanlısıyım. Beni görmezden geliyor. O beni görmedikçe de ben yolumu bulamıyorum" diyor. Cemrenin peşinide Barış bırakmıyor. Devamlı arıyor. Ama Cemre karşılık vermese de arkadaş olarak kalmaya devam ediyor. Son sahnelerde Kuzeyin Aşk-ı itirafıyla önce ağzı kulaklarına varıyor. Ama kuzeyin sözlerinden başının belada olduğunu anlayınca ağlamaya başlıyor. 


İşte böylece bir çarşamba geleneği Kuzey Güney tekrar ekranlara geri dönüyor. Bütün bir sezon  hızına hız katar devam edeceğe benziyor. Ben asıl yazın fragmanları dönen Cemrenin hapishaneye girdiği sahnelerin nasıl gelişeceğini merak ediyorum. Sanırım 60 küsürlü bölümlede olacakmış. Şuan 40. bölümdeyiz. Heyecanlı bir bekleyiş bizi bekliyor :) 

7 Eylül 2012 Cuma

Tırnağım Batmış


Yahu geçenlerde pediküre gittim. Acı veren babetlerdi, topuklulardı :) Acıyı içime gömüp güzel görünmek için ayakkabı yetmez dedim pedikür yaptırayım. Neyse kız başladı. Kesiyor, ovuyor, sıcak sular, havlular. Birden bir acı hissettim ama ne acıııı !!

Ben: "Anammmmm noluyor yaa !! Tırnağımmm… Tırnağımmm duruyor mu? Koptu mu? Düştü mü?” Derken akvaryum gibi gözlerime yaşlar süratle doluyor.

Manikürcü: " Yok yahu amma da canın kıymetliymiş. Başparmağının tırnağında tırnak batması varmış onu aldım" dedi

Ben: "Haaa iyi o zaman dikişleri tamamla ben gideyim artık"

Manikürcü " hangi dikişi? "

Ben "hangi dikiş olacak ! narkozsuz ameliyat ettin beni, acıyı hala beynimde hissediyorum. Hadi uyuşturmadan giriştin önce bir söyle dimi !! uyar yani “bak güzel bayan şimdik böyle bir operasyon yapacağım azıcık canın acıyabilir! Sık dişini diyiver yahu”

Manikürcü: anlamsızca yüzüme bakmaktadır.

Nede olsa günde 50 kere yaptığı işlem olan batan tırnağın çıkartılması benim ilk kez başıma geliyor ve bence bende tırnak batması falan yok! Yok diyorum çünkü bu operasyona kadar en ufak bir şikâyet edilesi durumum olmadı. Ama tabikisi bu operasyondan sonra hiçbir güvence yok artık. Bir el değdiyse uyuyan dev uyanmış olabilir. Haydee geçmiş olsun !!!

5 Eylül 2012 Çarşamba

Öyle Bir Geçmiş ki Zaman

Bütün yaz heyecan içinde beklediğim iki diziden biri dün yeni sezona başladı.


Öyle Bir Geçer Zaman ki...
Dün koşa koşa işten eve gittim. Yemekti bulaşıktı bütün işimi hallettim. Saat tam 8'de televizyonun karşısındaydım. Ve işte beklenen jenarik müziğiyle dizi başladı. Son bir kaç haftadır dönen tanıtımlardan biriyle başladı. Bir kaç sahne Osman'ın büyümüş haliyle yüzünü göstermediler. Dedim keşke tanıtımlarda da göstermeseydiniz şimdi heyecan yapardık. Neyse birinci reklam - diziye devam - ikinci reklam - diziye devam... sonra dedim ki kendi kendime " keşke zaman hiç geçmeseymiş yahu!! bu ne böyle ? Zaten Ali kaptanın, Aylinin olmayışı bir burukluk yaratıyor. Üstüne üstükte Osmanın küçük osmanla hiç alakası yok!!" Neyse iyisi mi ben naçizane yorumlarımla karakterleri ve dizinin yeni sezona girişini anlatayım.


Cemile 50'li yaşlarına merdiven dayamış. Dayamış da Hafize hanımdan daha çökmüş duruyor. Makyaj on numara olmuş. Hakikaten hayatın çemberinden geçtiği her iz kendisinde oluşturulmuş. Yine çilekeş, yine üzgün, yine mutsuz ama her zaman ki gibi güçlü ve dimdik ayakta. O kadar olaydan sonra kendi ailesini çocuklarının ailesini hatta Süleymanı bile sarıp sarmalıyor. Bir arada tutuyor. Fabrikayı devretmiş. Kendi triko atölyesini ve dükkanını kurmuş. Oturtmuş. İşleri yolunda maşallah. Ama o gözlerindeki bitmeyen hüzün beni ağlatmaya yetiyor yahu. Artık geceleri yatarken Cemile içinde dua edeceğim yani. "Allahım sen Cemileye gün yüzü göster. Sen ona güç kuvvet ver" diye :)
Bir kere ok. önemli olan iç güzelliktir falan filan ama... Mete'ye o bıyıklar hiç yakışmamış yaw. Bakmayın yan resimde bıyıkları yok. diziye bakınca görebilirsiniz. Çok itici olmuş. Elimde değil, bıyıklı halini görünce gıcık oluyorum. Ama öte yandan büyümüş olgunlaşmış bir Mete var artık karşımızda. Hemde fazlasıyla olgunlaşmış. Babası Ali Kaptanın ölümünden sonra resmi olarak evin reisi erkeği olmuş. Olmuşta daha bir kaç ay önceki bölümlerde yaptığı haytalıkları ergen tavırlarını, agrasifliklerini unutmuş. Osman'a abilik yapıyor. Abilikten öte babalık iç güdüsüyle sahiplenmiş ve aşırı korumacı tavırlarıyla Osmanla aralarına seviye sokmuş. Müzik grubu dağılmış. Çalıp söylemeyide bırakmış anladığım kadarıyla. Çarşıda bir yerde plak dükkanı açmış oturuyor. 
Gel gelelim bizim küçük Osman'a. Ya da vazgeçtim hiç gelmeyelim :) Şaka bir yana bu genç çok anlamsız geldi. Osmanın osmanla alakası kalmamış. İnsanın bakıp bakıp "nolmuş ayol bu çocuğa" diyesi geliyor :) Liseye başlamış. 80'li yılların çalkantılı siyası furyası Osmanı vuruyor. Her yer karşıt görüşlerin yarattığı çatışmalarla çalkalanıyor. Osmanda sol görüşlü öğrencilerle arkadaş olmasın rağmen oldukça tarafsız duruyor. Hatta hep kendini geri plana atıyor. Tabi bu arada bir aşk lazımdı. O da oluyor. Osman lisedeki sağ görüşlü öğrencilerin başı olan bir oğlanın kız kardeşine aşık oluyor. Kızı daha önceki bir kaç diziden hatırlıyorum ama çıkartamadım.Küçüklüğündeki gibi çok fazla hatta hiç 'büyük Osman dış ses felsefesi' duymuyoruz. 

Hafize Hanım.
Eski toprak.  
O bir Osmanlı kadını.
Yıllara meydan okuyan kadın. En çok korktuğu başına geldi ve oğlunu kaybetti. Bu sebepledir ki her sabah Ali kaptanın kendini bıraktığı sahile gidip deniz bakıyor saatlerce. "Ben denize bakmıyorum. Oğlumun mezarına bakıyorum" diyor. İnsanı hüzünlendiriyor.  Ruh olarak çok çökmüş ama görünüş aynı. Hatta yakında Cemileyle kardeş gibi duracaklar. Hala Cemileyle birlikte yaşıyor. Ama yaşanmış kötü olaylar uçan nemden aklına geliyor. Üzülüyor. Onun dışında çok bir değişiklik yok. Hafize hanım aynı yani. 

Allahım Berrini görünce çok şaşırdım. Tamam güzelliğine diyeceğim yok. Sanki 80'li yıllar için dünyaya gelmiş kız. Yalnız senin kardeşin öldü, çocuğunun babası hapse girdi. İnsan biraz düşünceli, dalgın, mutsuz falan olur ne bilim. Sanki onca yaşanan şeyle onun hiç ilgisi yok. Takıp takıştırıp geziyor maşallah. Tabi ağladı sızladı ha oldu ha olucak derken sonunda Ahmetle evlendi ya. Ölsemde gam yemem edasıyla ortada dolaşıp duruyor. Aylinin ölümüylede asortiklik mertebesine yükselmiş sanırsam. Kızı Zehrayada babası Ahmet olarak tanıtmış. Hakan hapisten çıkıyor. Ahmet "kızınıza gerçeği söyleyelim. Gerçek babasını bilsin" diyor. Berrin "Aaa niyeymiş kuzum bence luzum yok söylemeyelim"  diyecek kadar da gamsız. Maddi durumları da beklediğimden iyi olmuş. 

Berrin'in kızı Zehra. 
Son bıraktığımızda kundaktaki kız bebek, büyümüş ilk okula başlamış. Çok güzel bir kız olmuş. Annesine benziyor. Esmer güzeli... Entelektüel bir ailede büyüyor. Zehra çok kibar, çalışkan ve sanatla uğraşan bir çocuk olmuş. Dediğim gibi ilk okula başlamış. Bir yandan da bale eğitimi alıyor. Gerçek babası Hakan hapiste olduğu için, Ahmet'i kendi babası sanıyor. Allah var. Ahmetle Berinde aşk yuvası oluşturdukları için çocukta çok güzel yetişmiş. 

Tabi ki zaman Ahmet içinde akıp gitmiş. O da büyümüş olgunlaşmış. Gençlik yıllarında verdiği siyasi savaşlar sonuçları vermiş. Gördüğüm kadarıyla artık Berrin ve kızları Zerha ile birlikte meyvelerini yiyorlar. Makam arabası bile verilmiş altına. Ahmette Mete gibi bıyık bırakmış. Olgun bir aile babası gibi görünüyor. O eski ateşli, içinde volkanlar patlayan Ahmet gitmiş. Yerine verdiği mücadelenin keyfini süren, sürerken de bir yandan hala siyasetin içinde olan biri gelmiş. Berrini her zaman ki gibi çok seviyor. Ayrıca Zehrayıda öz kızı gibi sevip büyütmüş. 

Hakan babasını vurduktan sonra hapse girmiş. Fakat babası hapiste yatmasın diye şikayetçi olmamış. Tam tahliye olacakken içeride bir olaya karışan Hakan bir adam öldürdüğü için yine 6 sene hapis yatıyor. Yeni sezonun ilk bölümünde tahliye olan Hakanı Berrinle Ahmet almaya gidiyor. Alıp Hakanı evine bırakıyorlar. Hakan o an kızını görmeye cesaret edemiyor. Babası haber gönderiyor. Babasının evine giden Hakana babası çok iyi davranıyor. Artık iyi bir baba oğul olmak istediği falan söylüyor. Hakan tam inancakken babası ben bir hanfendiyle birlikteyim diyor ve kapıdan Carolin giriyor. Hakan şok oluyor. Orada lafı koyuyor. "Sen bana bir hafendiyle birlikte olduğu söyledin fakat görüyorum ki birlikte olduğun kadan bir o.....pu" diyor. Çok güldük yaa :)

Adını bile nakletmek istemediğim bir karekter Carolin !!! Ne yazık ki şahtı şahbaz olmuş. Abi bir insan hep mi dört ayağının üstüne düşer kedi gibi. Bu kadın bir kere bile yokluk fakirlik nedir bilmeyecek mi? Bir yağlı kapıyı bırakıyor başka bir yağlı kapı açıyor kendine. Ali Kaptan yola gelip uslandığında Coralin'e tekmeyi koymuştu. Caroline'de Kenan'a gitmişti. Eğğ sezon finalinde Kenan'da ölünce, dün yeni sezonda Hakanın babasının kapaması olarak karşımıza çıkıyor. Saçlarını kestirmiş. Yine her zaman ki sosyetik. Ekremi ele geçirmiş zevki sefa sürüyor. Oğluda kocaman olmuş. Nasıl yakışıklı, nasıl güzel. Oğlu Musfata Cemileye "Cemile anne" diyor. Diğer kardeşlerine çok düşkün. Onları çok seviyor. Fakat Carolin onlarla görüşmesin izin vermiyor.
Ne yazık ki Aylin'le birlikte Soner'de ölmüş. Behlül kaçar diyorduya. Hah işte bu dizide de Soner kaçar. Yine kaçmış Londraya. Doğumda Aylin ölür ölmez kızının yüzünü bile görmeden kaçmış. 6 yıldırlı kimse onu kendine getiremiyor. Kızı umurunda değil. Her an her saniye Aylin geliyor aklına. Bir türlü kendini toparlayamıyor. İlk sahnelerde kaç sakal birbirine girmiş, yıkılmış görünen Soner son sahnede tıraş olup gelince anlıyoruz ki; zaman Soner içinde geçmemiş. Hala aynı Soner :) Onu vekilen yaveri Süleyman, Sonerle Aylin'in kızına amcalık yapıyor. Cemilelerin ailesinden biri olmuş adeta. Fakat ilk bölümde Cemilenin sözleriyle Kızının 6. yaş doğum gününe geri dönüyor fakat kızını karşısında görünce Aylin çat çat çat beyninde çaktığı için geri kaçıyor. 
Ve işte geldik yeni minik yıldızımıza. Deniz Yıldız Talaşoğlu. Bundan sonra izlemeye devam edersem (... çünkü geçen sezonun tadını pek alamadım.) bu minik kız için izlerim. Gerçekten oyuncu seçici kurulu tebrik ediyorum. Kesinlikle yolda görsem "ağğ bu Aylinin kızı" derim yani :) görünüşü, hali, tavrı, mimikleri, göz süzmesi aynı Aylin. Nasıl güzel bir çocuk maşallah. Küçük Osman'ın boşluğunu fazlasıyla doldurmuş Küçük Deniz. Anneannesiyle birlikte yaşıyor. Evin dört bir yanı annesinin ve babasının fotoğraflarıyla dolu. Cemile anane Denizi gerçeklerle büyütmüş. Annesinin bir melek olduğunu biliyor. Başka Türk filminde olsa senin babanda öldü derlerdi. Fakat Cemile Denize babasının uzakta çalıştığını ve bir gün geleceğini söylüyor. Ayrıca Süleyman Denizin hep yanında. İstediği her zaman Denizi "annemle babamın eve dediği" Aylinle Sonerin yaşadığı köşke götürüyor. Bahçede güle oynaya eğleniyorlar. Deniz küçük olduğu için her şeyden habersiz ailenin gülen yüzü. Hep pozitif. Hatta kendi adıma şukadarını söyleyebilirim ki dünkü ilk bölümü kurtaran tek karakter olmuş. Son bölümde 6. yaş gününü kutlayacak olan Denizin partisi evin bahçesinde yapılıyor. Soner doğum gününe geliyor. Kız Sonere bakıyor. Cemileye dönüyor "bu adam aynı resimdeki babama benziyor anane" diyor :) Cemilede fix " o senin baban kızım" diyor. O sıra Sonerin beyninden Aylinle kızının bir eşleşmesi yapılıyor anlatamam. Bu an özellikle sahneleri benzetip yazan senaristleri ve dizinin kurgu ekibini tebrik ediyorum. Sonrada Soner yine kaçar zaten :)
Yahu ne anlatmışım ne anlatmışım :) Dizinin sitesine yorumcu yapacaklar beni :) Sonuç itibariyle  bir sezona daha başladık. Hayırlı uğurlu olsun. İyisiyle kötüsüyle bütün kış evlerimize konuk olan bu diziler ve karakterler zaman içinde bizden biri oluyor. Şimdi benim heyecanım haftaya Çarşamba günü sezon açılışı yapacak olan Kuzey Güney :) Bu demektir ki haftaya da sağlam bir Kuzey Güney yorumuyla karşınızda olabilirim.
Haydi kalın sağlıcakla
Sevgiler saygılar
Benden size

4 Eylül 2012 Salı

2012 Tatil Vol.2 - Marmaris

Şaka şaka
Baktığın iyi oldu. Normal olarak merak etmişsindir. Öldüm mü, kaldım mı? Vallahi tatildeydim canım. Ama tatilde olduğumu ispatlayacak hiç bir belgem yok. Gerçekten söylüyorum yahu. Koskoca 15 günlük tatilimden bir tek kare fotoğraf yok. Hemde ben bir bloggerm dimi :) Gerçi moda blogu değilim. Ne giydim postu yapmıyorum. Gezgin bloguda değilim. Yediğimi içtiğimi gittiğim gördüğüm yerleri anlatmıyorum. Ama ne bilim işte insan özeniyor. İstiyor ki bir fotoğraf makinesi olsun şöyle afilli güzel birşey. Öyle kompak falan olmaz. Eline aldınmı hissetceksin. Deklanşöre bastığına değecek. Lakin gel gelelim. Senelerdir başka şeylere bütçe ayırmaktan bir fotoğraf makinesi alamadım. Gerçi çok bütçeli bir şeye gerek yok makullerde var ama ben açgözlüyüm hayatım. Gözüm yükseklerde. Neyse biz yine Marmaristeydik. Fix oldu dimi :) her tatilde orada bulabilirsiniz bizi. Bu seferde dağın eteğinde çam ağaçlarının arasında mükemmel bir evdeydik. Havuzda deniz yatağına uzanınca; kocaman, yemyeşil çam ağaçlarının arasından masmavi gökyüzünü görüyordu. Doğayla baş başa olmak diye işte buna denirdi. Akşamları bahçede mangallar, masalarda açılan şişeler gökyüzünde bu sefer bizi sarıp sarmalayan yıldızlar. Geceleri ver eline Marmaris marina. 
Tatilin adın bile yetiyorken insana, birde adın içini dolduracak bir şeyler yapıyorsan tatil dadından yenmiyor. Ben günübirlikçi değilim. Pek sevmem öyle sabahtan gideyim. Haldır haldır eğleneyim gecede eve döneyim. Bak İzmirde oturuyorum. Çok nadirdir öyle sağ sola günü birlik gideyim. Zati haftanın altı günü çalıştığım için bir tek pazarım var. Onuda günübirlikçi olarak değerlendirince yorgunluk oluyor. Bu sebepledir ki ben uzun tatil insanıyım. Hatta bana desen ki; Sayın Karaca bundan sonra sen iki gün çalışacaksın 5 gün tatil yapacaksın. Bak işte o zaman görsen beni :) Ama mağlumunuz bu yılki ikinci tatilimdi benim. Bir hafta bir gittim. İki hafta bir gittim. Bu sezonuda böylece kapattım. İlk tatile arkadaşlarla çıkmıştık. Bu seferkini sevdiceğimle baş başa yaptık. 
Yok canım, yok yavrummm tek bir kare fotoğraf yok. 21. yüzyılda yaşıyoruz. Sağolsun iş yerimde hertürlü teknolojik imkanı fazlasıyla buluyorum. Lakin gel gelelim, ben size fotoğraf makinem yok diyorum ya.. O da bir şey mi hahahaha :) 
Bizim evde bilgisayar yok :)
Doğal olarak İnternet de yok :) 
dvd - cd player yok :)
Müzik çalar yok :)
Kaset çalar bile yok ayol :)
yani fotoğraf makinesinin olmaması gayet normal :)
Teknolojiye karşı falan değiliz. Yanlış anlaşılmasın. İstesek alırız yahu aranızda para toplamayı bırakın :) Şimdi şöyle ki eve bilgisayar almıyorum. Eşimi iki senedirli zor zabdediyorum. çünkü ben hergün 10 saat pc başında çalışıyorum ve eşim bir pc bağımlısı. Vallahi diyorum. Bilgisayara oturduğu zaman ne açıktığını biliyor ne sıkıştığını :) Doğal olarak evdeki iletişimimizin kopmasından korktuğum için eve bilgisayar aldırmıyorum. Doğal olarak internette bağlatmadık. dvd - cd içine gelince her şeyi flasha yükleyip televizyona takıyor ve izliyoruz. hatta düğün cdmizi bile iş yerinde convertleyip uzantısını değiştirdim. Sırf flasha yükleyince LCDye uygun bir formatta açılsın diye :) Ama işte gel gör ki her şeye bir çözüm bulabilirken fotoğraf makinesinin yerini hiçbir şey tutmuyor. Olmuyorrrr Olmuyorrrr Benim hiç fotoğraf makinem olmadı abla :( Ama ah ettim dostlar. Bir gün alcam bir makine ama öyle böle değil nah işte aşağıdaki abi gibi. 
Kurcam tezgahı gittiğim yerlere. Hah o zaman gelin görün benim tatil postlarımı. Tadından yenmicek. Döncek dolaşcak tekrar tekrar okunma rekorları kırcak :) 

Haydi kalın sağlıcakla
Sevgiler saygılar 
Benden size



Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...