30 Mart 2013 Cumartesi

Golden Rose - Fantastic

Bugün için Cascanlı Capcanlı bir renk tercih ettim :)
Güneşli cıvıl cıvıl bir cumartesi sabahına uyandık bugün.
Herkese mutlu haftasonları diliyorum.

*-*


28 Mart 2013 Perşembe

Mat Oje Deneyimi

Mat oje deneyimini sonunda yaşadım. Ne zamandır aklımdaydı. Alayım alayım diyordum ama hep unutuyordum. Sonunda tek amaç mat oje almak şartlamasıyla kendimi attım kozmetik dükkanına :) Renkler arasında bir tane seçim yapmama gerekiyordu. Çünkü eğer memnun kalmazsam diğer renklerde elimde patlayacaktı. Bende tercihimi bordodan yana kullandım. 

İlk sürdüm. Bir baktım parıl parıl parlıyor. "Way üçkağıtçılar. Kandırdılar. Bune yaa böyle parıl parıl parlayan mat ojemi olur"diye söylenmeye başladım ki... Saniyeler içinde kuruyunca, söyle söyleyeyim ikinci tırnağıma sürerken bir önceki şıp diye kurudu. Bir baktım, parlaklık gitmiş yerine mat oje gelmiş. "Way arkadaş adamlar yapıyor" dedim hahaha :) 

Ben ne renk olursa olsun daha sağlam olur diye düşündüğümden her ojeyi iki kat sürerim. Bunu da iki kat sürdüm ama aslında tek sürüşte cuk diye renk oturuyor. Matlığını iki - üç gün koruyor. Ben üçüncü gün sildim. Silerken biraz zorluyor. Malum ben iki kat sürdüğüm için.. ama tek kat sürülse daha kolay çıkar eminim. 
Memnun kaldığım için diğer renklerini de gönül rahatlığı ile alabilirim. Artık. Kullanmak isteyenlere de öneririm. Kullanmak isteyenlere diyorum çünkü bazıları mat ojeyi beğenmiyor ve tırnakları takma tırnak gibi gösterdiğini söylüyor. Tercih meselesi tabikisi.. Ama ben ilk olarak siyahını alacağım ve parlak siyah ile mat siyah kullanılarak yapılan french var ya.. Hıhh işte ondan yapacağım :)) Sizinlede paylaşırım yapınca ;) Hadi sevgiler, saygılar, kokulu öpücükler benden size gelsin.


22 Mart 2013 Cuma

Kına Gecesi Davetiyesi

İki hafta sonra çok sevdiğim bir arkadaşımın düğünü var. Tabikisi bir gün öncede kınası... Bende sürpriz olarak bu kına davetiyesini tasarladım. Davetiyedeki prenses arkadaşım oluyor :) En azından temsili olarak onu çizmeye çalıştım. Gittim bastırdım. Hepsini tek tek zarflara yerleştirip hediye olarak arkadaşıma verdim. İnanılmaz derecede mutlu oldu. Zaten düğün davetiyesine kınayı yazmamışlar. Sonradan da kına gecesi için özel mekan ayarlayınca davetlileri ağızdan çağıracaklarmış. Bende bu ayrıntıyı bilmediğim halde böyle bir sürprizle gidince tam oldu. Bakalım hayırlısıyla kına ve düğün etkinliklerinden sizleri haberdar ederim. "Mutluluklar paylaşıldıkça artar" diye boşuna söylememişler ;)

Banner Tasarımlarım - 3 -

Bu banner tasarımı ise gerçekten tanıdığım bir arkadaşımın blog açmak için duyduğu isteğe kayıtsız kalamadım ve kendisi için bir blog açma hazırlığına girdik. Öncelikle isim arayışını netleştirdik ve "Miss Bass Wonderland" koyduk. Sonrada onu tanıdığım kadarıyla nasıl bir bloga sahip olmak istediği biliyordum. Sonuç olarak da bu pammuk şekeri tasarımı onun için yaptım. Kendisi aramıza yeni katılan bir blog yazarıdır arkadaşlar. Takip etmek, desteklemek ve yazması konusunda yüreklendirmek isterseniz --> tık tık

Banner Tasarımlarım - 2 -

bu banner tasarımı sayesinde tanıştığım ve çok sevdiğim 
blog yazarı arkadaşım için yapmış olduğum tasarım...

Banner Tasarımlarım - 1 -

blogunun güzel sahibesi Hamide için yapmış olduğum banner tasarımı...

13 Mart 2013 Çarşamba

Rahatsızlar Kulübü Mim Demiş :)


Yepisyeni blog arkadaşlarımdan olan "Rahatsızlar Kulübü"nün güzel yazarı beni oldukça özel sorular içeren bir mim ile mimlemiş :) Evet cesaretimi topladım soruları itinayla cevaplamaya başlıyorum. Ve son - ki - üç - dört...


1- En son kime yalan söyledin?  Neden?
Vallahi en son deyince bir düşündüm ve yüzümde bir gülümseme ile kendimle övündüm. Çünkü inan olsun hatırlamıyorum :) Allahım ben ne dürüst bir insanmışım ki diye övünecekken eşime söylediğim yalan aklıma geldi. Şöyle ki, daha önce eşimin ne kadar yemek seçtiğinden bahsettiğim bi yazı yazmıştım. Tavuk suyu katılan hiç bir yemeği kesinlikle yemez. Bende bayılırım. Hele ki tavuk suyuna çorba.. Hımm enfes bir lezzet. Bende en son aldım tavukları bir güzel haşladım. Suyuna da çorbayı pişirdim. Tavuklarıda ızgarada kızarttım. Yanınada pilav. Çorbayı önden vermedim. Sadece boş boş çorbayı tadarsa şıp diye anlar ve hayatta içmez çünkü. Bende önden tavuk pilavı verdim. Onun çorbasına da bol limon sıktım. Kızarmış tavuğu yemeğe başladıktan sonra anca pişti diye çorbayı getirdim. Zaten tavuk yediği için çorbanın da tavuk suyundan yapıldığını anlamadı. Hahahah evet itiraf ediyorum -yalan- söyledim. Ama kötü bir amaçla asla...

2- Biz okumuyoruz farz et ve kendine bir itirafta bulun.
İşte bu çok acımasız bir soru oldu benim için. Tamam şimdi kafalarınızı çevirin. Okumadığınıza emin olursam daha rahat yazarım. Kendime itiraf ediyorum ki, geceleri "her sabah saati 45 dk erkene kurup alarm çalar çalmaz kalkıp spor yapacağımı umarak" yatağa yatıyorum. Lanet olsun ki çalan alarmı erteleye erteleye evden çıkmaya son 20 dk kala kalkıyorum yataktan. Sonrada yarın mutlaka yapacağım diye kendimi teselli ediyorum. Bu durum bir gün değil iki gün değil neredeyse bir yıldır böyle ve ben sabah tatlı uykumdan vazgeçemediğim için yanlardaki simitler aldı başını yürüdü. Pantalon giyince resmen yanlardan fırtlıyor yahu. Artık bunun başarmam lazım!!!

3- Şuan istediğin işimi yapıyorsun?
Bunu bir önceki Vol1 - Vol2 - Vol3 başlıkları altında ayrıntılı bir şekilde açıklamıştım. Ama özetle başkoyduğum bir tek iş vardı. O işte Yönetmenlikti. Fakat hayatın neler getireceği hiç belli olmuyor ve ben hayatın sunduklarından yola çıkarak hayatıma bir yön verdim. Sonuç olarak "Görsel Tasarımcı / Grafiker" oldum. İnanılmaz derecede memnunum. Bu anın yanı sıra mesleğimle bağdaşan geleceğe dair çok güzel planlarım var. İşallah olur ;)

4- Mutlu musun?
Aslında oturup düşündüğüm zaman Allaha binlerce kere şükürler olsun ki herşey yolunda. Sevdiğim bir meslek üzerine yoğunlaştım ve başardım. Şuan kendi parasını kazanan, kendi ayakları üstünde duran, güçlü bir kadınım. Ruh eşimi buldum ve evlendim. Ailelerimiz yanımızda, hep destek tam destek :) Ama işte İnsanoğlu nankördür derler ya.. Bazen her insan gibi elimdekilerin değerini unutup sahip olduklarımla mutlu olmaktansa, akıp giden zamana, hayatın rutinine kendimi kaptırıyor ve daha fazla daha fazla isteklerde buluyorum. Oysa ki, isteklerin bir sınırı yoktur. Çıtayı alçaltıp hayatın getirdiği her küçük ayrıntıyla mutlu olabiliriz. Bunu hayat felsefesi yapmak lazım ;)

5- Keşke...?
Ayy "keşkelerden" çok "iyikilerimiz" olsun a dostlar :)) Ama bende insanım yaa dünya gözüyle değişik bir kaç ülke görme şansım olsa keşke :)


6- Sence ideal eş nasıl olmalı? 
Ben eşimle evlendikten sonra kesin kanaat getirdim ki, ideal eşi ilk gördüğünüz anda kalbinizin tam orta yerinde hissediyorsunuz. Gerçekten söylüyorum çünkü benim aynen öyle oldu. Bana hep söylerlerdi, evlenceğin insanı gördüğün an hissediyorsun diye.. Amaenn nee diyip gülüyorken dann diye başıma geldi. Tabi ki, evcimen, sadık, sevgi dolu, anlayışlı.. gibi fix özellikler olmazsa olmaz.

7- Nerede yaşıyorsun ve ömrünü nerede geçirmek istiyorsun?
İzmir'e 2 aylık kundakta bir bebekken gelmişim. Sonra bir tek üniversite okumak için şehir dışına 4 sene kaldım. Kesinlikle İzmir'e alışan bir insan başka şehirde hayatına devam etmek istemez. Mecburiyetlerden ötürü başka şehre giden insanda ise hep bir özlem ateşi olur ;)

8- Korkuların nelerdir?
Annemin vefatından sonra, sevdiğim insanları kaybetmekten çok korkar oldum. Bu yüzden sevdiklerime asla küsemem. Ne zaman birine küssem yada ne zaman birini kırsam akşam yattığımda "Allahım ya yarın bişey olurda bir daha onu göremezsem" diye telaşa kapılıp gerekirse gecenin kaçı olursa olsun kalkar ararım, msj atarım. 

9- Seni en çok ne mutlu eder?
Bu sorunun cevabını sıralamak istersem kesinlikle ucu bucağı olmaz kiii :) Ama örnek olarak, yaptığım tasarımların basılıp geldiğinde, onların kullanıldığını gördüğümde inanılmaz mutlu oluyorum. Tabiki eşimle geçirdiğim her dakika ömrü hayatıma bir mutluluk sebebi. Alışveriş, yemek yemek.. uzarr gider. Dediğim gibi önemli olan beklentileri küçük tutup elde ettiklerinle mutlu olmak. 

10- Hayatında en çok utandığın an...?
Arkadaşıma gayet lakayit bir şekilde yazdığım lüzumsuz maili yanlışlıkla çok önemli bir kadına göndermiştim. Çünkü isimleri aynıydı. Mail listesinden bakmadan adı görür görmek ok diyip maili gönderdim. Sonrası malum.. özürler,açıklamalar... Ama mailin içeriği okadar abzürttü ki kadın kesin benim ne kadar boş beleş bi insan olduğumu düşünmüştür yaa lanet gelsin tüü

11- Kendinde hiç sevmediğin özellik nedir?

Tek bir tane sanırım. Oda ömre bedel olacak kötü bir özellik. Sinir eşiğim yüzeye çok yakın biryerde patlamaya hazır volkanik bir dağ gibi. İnanıl derecede bir anda sinirlenip esip gürleyebiliyorum. Sinirlendiğimde ise gözüm hiç bir şeyi görmüyor. Fakat 8. Soruda açıkladığım sebepten dolayı çok çabukta pişman oluyor. Bu kötü nefret ettiğim özelliği bir türlü değiştiremiyorum. 

Ohh bee :) bütün sorulara cevap verebildim. Aslında bu mim birbirimiz daha iyi tanımamızı sağlıyor vallahi sevdim bunu. Teşekkür ederim RahatsızlarKulübü şekerim bebeğim ;)

4 Mart 2013 Pazartesi

Vol3 - Çizdiğim Yol Elimde Patlayınca,Yeni Bir Yol Çizmeliydim


Matematik Benim Can Düşmanımdı - Vol1 “ dedim ve hayatımdaki ilk gerçek mücadelemi matematik uğruna verdim. Kazandım da ve “Savaşın Galibi Ben Oldum - Vol2

Ancak nasıl olduğunu anlayamadan birden şansım ters yönde döndü ve açılan tüm kapılar çatt diye yüzüme kapanmaya başlamıştı. Öyle bir meslek seçmiştim ki kendime tek tutunacak yol İstanbul’dan geçiyordu.  İzmir’de yönetmenliğin - Y - si bile imkansızdı  Kendi çapında bir şeyler yaparsın ama sektörden uzak olduğun müddetçe hiçbir yere gelemezsin. Üniversitede bizim yola baş koymuş arkadaşların toplasan sadece yüzde 15 sektöre girebilmiştir.  Bende var gücümle gururu bir kenara bırakıp, yüzsüzlüğü ele alıp bulduğuma salça oldum. “Hadi be hacı.. nolur banada sette bi iş ayarla” “aloo.. aloo.. duymuyormuş numarası yapma bak bi haber çıkarsa telefonum 24 saat açık.” “yok yaa direk göbekten girmeme gerek yok ne iş olsa yaparım.” (Yalnız bu son cümleyi, kostüm asistanı olarak bir sete giren arkadaşımın o zaman haftalık 650 TL aldığını duyduğum için söylüyorum ki.. Kostüm asistanı genel olarak oyuncuların giyip çıkardıkları kıyafetleri katlar, askılara asar, sıraya koyar.)

Bir ay geçti… İki ay… Üç ay… Arayan hep ben oluyorum. Ne yazık ki hiç geri dönüş alamadım. İzmir’de öylece kalakalmıştım. Planlarım arasında hiç böyle bir sonuç olmadığı için İzmir’de kalırsam ne iş yaparım diye de düşünmemiştim. Bir güzel mezun olmuş, diplomamı almış evde boş boş oturuyordum. Net bir iş bağlanmadan da kaçıp gitmek yemiyor açıkçası. Ama bu durum böyle gitmezdi. Elimdeki para suyunu çekmek üzereydi. Kaldı ki “nolduuu?? Yönetmen olacamm !!! Yönetmen olacammm !! diye atarlandın atarlandın yine bana kaldın” der gibi bakmakta olan babamdan cep harçlığı istemek gücüme gittiği için hep cepten yedim. Paramda suyunu çekmek üzereydi. Artık güzelim köhne şehrim İzmir’de bir yolunu bulmalı ve çalışıp para kazanmalıydım. Yönetmenliğe gönül vermiş bir genç olarak yerel kanallara hayatta kendimi harcatmazdım. Gececi ve gündüzcü olarak ölesiye çalıştırıp eline de üç kuruş veriyorlar. Sigorta desen hak getire. Eğğ o zaman geriye satış danışmanı, kasiyer ve muhasebecilik kalıyordu ki, yüzleşmek zorunda olduğum bu hayatın acımasız gerçekleri kendime olan güvenimi git gide köreltiyordu. Nerede o güneş gözlüklerini takıp kampuste saçlarını attıra attıra gezen kızzz, nerede şimdi gazete ilanlarında iş arayan kız.. Vay anasını arkadaş “ne oldum değil, ne olacağım demeli insan” nasılda güzel, nasılda doğru bir söz. Bu olayların gelişim akabinde 3ay oldu 5 ay... Bir gün kalktım “bu iş böyle yürümez arkadaş. Kalk silkelen kendine gel ve yeni bir yol çiz ” dedim. Tabi her sabah ilk iş bütün medet umduğum İstanbul'daki arkadaşlara mesaj atıyorum ve 15 günde birde arıyorum. Bu artık rayına oturmuş bir sistem oldu. İnsanlarda kanıksadı. Amacım meydanı boş bırakmamak en ufak bir iş bulunsa dolapta hazır bekleyen bavulumu kaptığım gibi yola düşmek. 

Sonra kendi kedimi ayağa kaldırdım ve İzmir’de ben neler yapabilirim diye düşünüp araştırmaya başladım. İşte o zamana kadar aşık olduğum, gurbete gittiğimde gözümde tüten canım İzmir’in iş sektörü açısından resmen bir köy bir kasaba olduğunu anladım. Elimi attığım dal elimde kalıyordu. Herkes en ucuza işçiyi nasıl çalıştırırızın derdine düşmüş. Hatta bedavaya çalıştırmanın bile yolunu bulmuşlar. İlk üç ay deme süreci diyor. Deneme sürecinde para alamazsın diyor. Elin mahkum tamam diyorsun. Üç ay çalıştırıp yok olamıyısınnn diyor, seni gönderip yeni üç aylık denenecek adam alıyor. Böylece hiç para vermeden bütün ayak işlerini yaptırıyorlar. Yok dedim. Bu iş böyle yürümez. 

Aklıma üniversitede gördüğümüz grafik tasarım dersleri geldi. Ben yönetmen olma yolunda baş koyduğum için bu işin üstüne hiç düşmemiştim. Ama buna rağmen beşer kişilik guruplarla projeler verilirdi. Bizim gurubun bitirme ödevleri dahil bütün grafik ödevlerini tek başıma ben yapıyordum. Ama okulda sadece temeli almıştım. Üstüne bir şey koymamıştım. Eğer bu grafik işinin eğitimini alırsam bu yolda da ilerleye bileceğime kanaat getirdim. İzmir’de grafik tasarım okuluna yazıldım. Git gide kendimi geliştirdim. Yapılacak her tasarımı kafamda kurguluyor, sahnelere bölüyordum. Yönetmenlik eğitimimle harmanlıyor ve bu sebeple daha hızlı yol alıyordum. Okulda göstermiş olduğum başarıyı göz önünde bulundurarak tasarımcı arayan bir şirkete beni yönlendirdiler. Böylece kendime bulunduğum imkanlar dahilin de yeni bir iş kolu yaratmış oldum. Sektörde çalışmaya başlayınca müşteri ilişkilerini geliştirdim. Kısa zaman sonra müşteriler leb.. demeden ben leblebi diyecek duruma gelmiştim. Devamlı okuyor, araştırıyordum. 

Yönetmenliğe baş koyduktan sonra başka hiçbir iş beni tatmin etmez sanıyordum ama yaptığım grafik işlerine müşterilerden gelen olumlu geri dönüşler beni daha da bağlamıştı bu işe. Artık kendime yeni bir yol çizmiştim.

Seçim Yapmak Bana, Oyun Oynamak Kadere Kalmıştı


Mezun olalı bir buçuk yıl olmuştu. İstanbul hayalim git gide tükeniyordu. Bir tane bile geri dönüş olamamıştı. Fark ettiyseniz liseden beri anlatmaya başladığım olaylar içinde bir kere bile evlilikten bahsetmedim. Çünkü hiçbir zaman evliliğin – e -  sini bile düşünmedim, İstanbul'a gidip sektöre girersem asla evlilik hayatım olmayacaktı. Bir gün 24 saat, sette neredeyse 20 saat çalışıp iki üç saat uyumaya vaktin kalıyordu. Ben içimdeki yönetmenlik aşkıyla çalışma temposunun ağırlığını, bu hayat tarzını kendime empoze etmiştim. Ama kaderin bir oyunu işte… Ben hayata tutunmaya çalışırken, kendimi bu mücadeleye adamışken, hiç ummadığım bir zamanda, hayat birini çıkardı karşıma. Tanıştık. Kendisi de asla evliliği düşünmeyen bir insandı. Onun da hayattaki planları farklıydı. Tanıştıktan iki ay sonra bir birimize delice bağlanmıştık. Beşinci ayda evlenmeye karar verdik ve beni istemeye geldiler. Nişanlandık. 5 ay sonraya da nikah günü aldık. Her şey bir anda olmuştu.


Olanlara inanamıyordum. Hayattan neler bekliyordum, nelerle karşılaştım. İnanılacak gibi değildi. Mezuniyetimden sonra kendim için çizdiğim yolun, içinde bulunduğum yolla alakası yoktu. Mutsuz muydum..? Aslında değildim. Kendime yeni bir yol çizmiştim. Bulunduğum şartlarla en iyi şekilde başa çıkmış kendime yeni bir meslek yaratmıştım. Hayatta aklıma bile gelmezken ruh eşimi bulmuştum. Delicesine seviyor ve seviliyordum. 

Nişanlandıktan bir ay sonra… 

Bir akşam işten çıktım. Vapura doğru yürüyordum. Yol üstünde bir kalabalık gördüm. Biraz daha yakınlaşınca bir çekim seti kurulduğunu gördüm. O yıllarda televizyonda oynayan Kavak Yelleri dizisi İzmir’de çekiliyordu. Onun bir sahnesi için orada bulunan bir restauranta çekim yapacaklarmış. Ben tabi kasabın önünde aç bekleyen kedi gibi set ortamını gördüğüm an gözlerim doldu. Aç aç bakmaya başladım. Vapuru kaçıracağım için yürümeye devam etmem gerekiyordu. Tam bir adım attım birisinin bana seslendiğini duydum. Başkasına sesleniyorlardır dedim. Ses giderek yükseldi. Bir döndüm okuldan sınıf arkadaşım. Ağğ Nasılsın, hoş beş yaptık. Meğersem Kavak Yellerinin setinde çalışıyormuş. Sen neler yaptın dedi bir ümitle.. Üniversite yıllarındaki azmimden etkilenmiş olsa gerek “son çektiğim filmle, festival festival geziyorum. Şimdiye kadar 3 ödülü topladım bile…” tarzında bir başarı öyküsü bekliyordu sanrım; fakat yaşadıklarımı kısa bir özet geçerek anlatınca yüzündeki şaşkınlığı gördüm. Aynı şekilde bende bu işle hiç alakası olmayan bir insan olarak onun sektöre girmesini şaşkınlıkla karşılamıştım. Saate bakıp duruyordum. Gel dedi beş dakika oturalım sana bir şey soracağım. Dedim vapuru kaçırdım zaten. Oturduk. “Bak Sayın KARACA, bizim asistanlardan biri hamile. Bu sebeple işten çıkacak. Karnı burnunda bu işi yapması mümkün değil. Gel konuşalım. Seni alsınlar. Hakkını vereceğini biliyorum. Yaparsın sen, hemde bir adım atmış olursun” dedi. Bana o an kal geldi. Bir ay önce taktığım nişan yüzüğüme baktım. Hayat bana resmen bir oyun oynuyordu. Ben yıllarca uğraştım bu yolda bana bir kapı açılsın diye.. tam kendime yeni bir hayat çizmişken nasıl olurda böyle bir kapı açılır. Yüzüğümü gösterdim. “beş ay sonra nikahım var. Ben başka bir yol çizdim kendime” dedim ama içimden acı acı bir şeyler kopuyor. İkisini aynı anda yapmamın imkanı yok. İşler bu noktaya gelmişken de yüzde yüz ruh eşim olduğuna inandığım adamı bulmuşken her şeye sıfırdan başlayamazdım. Eşime bu gelişmeyi uzun bir zaman söylemedim çünkü sinema sektörünün yönetmenlik aşkının içimde bir ukte olarak kaldığını biliyordu. Evlendikten sonra bir gün pişman olma der beni zora sokardı. Ama ben artık tercihimi yapmıştım. Aile hayatını, kurulu bir düzeni, sevdiğim adamı seçmiştim. Bundan daha bir yıl öncesinde bir erkek için, ayağına gelip açılan kapıyı kapatacaksın deseler affedersiniz ama bir tarafımla gülerdim. Diyorum ya.. Kader diye bir şey varsa hayatta , kendi seçimlerimiz belirler bunu aslında…

Çok geçmeden ben düğün hazırlıklarına dalmışım. Bir gün yine telefonum çaldı. Açtım. Taa üniversitedeki danışman öğretmenim. “Sayın KARACA, yeni bir proje var. Ekibi daha yeni kuruluyor. Eğer tutarsa patlayacak bir iş. Seninde adını yazdıracağım” dedi. Telefondaki halimi tahmin edersiniz sanırım. Iımm şeyy hocam benim 3ay sonra düğünüm var. Telefonda bir sessizlik. “Ama sen.. yapardın yani… ben senide aldıracaktım.” Çok teşekkür ederim ama biraz geç kaldınız. Ben seçimimi yaptım dedim. Telefonu kapattım. 

Şimdi bu hayata sövsem mi? Şükürmü etsem bilemedim. Eğer bu kapılar zamanında açılsaydı uğruna baş koyduğum bir işi yüklenmiş olacaktım ki en iyi şekilde yapacağıma adım gibi emin olduğum başarılar kazanacağım bir işti bu.. Asla yuva kuramayacağımı biliyordum. Damarlarda akan deli kandan mı dersiniz, gençliğimemi verirsiniz bilmiyorum ama ben bunu göze almıştım. Sonrasında ise tamamen zıt bir yönde sevdiğim adamı seçmiş aile kurmaya karar vermiştim. 

Şuan çizdiğim yolda ilerleyeli üç yıl oldu. Allaha şükürler olsun ki, bir gün bile yaptığım seçimden pişman olmadım. “İçinde kalmadı mı?” derseniz… “Kaldı…” derim. Ama şuan için yapacak bir şey yok. Kendi seçimlerimi yaşıyorum ve en önemlisi Mutluyum.

Yazı dizimin sonuna gelmiş buluyorum.
Üç parçada tamamladığım yazımı okuyan ve 
yorum bırakan herkese teşekkür ederim.
sevgiler... saygılar... efemm




2 Mart 2013 Cumartesi

Vol2 - Savaşın Galibi Ben Oldum

Bir önceki “Matematik Benim Can Düşmanımdı - Vol1 “ yazımda matematiğe karşı verdiğim mücadeleyi anlatmış ve bu mücadelemi ÖSS sınavımla taçlandırmıştım. Artık vakit tercih yapma vaktiydi. Fakat ben ne olmak istediğim konusunda hiçbir plana sahip değildim. Amann yeter ki bir üniversiteye gireyim de, nolursa olsun mantığı içinde 24 tercihin yirmi dördünüde doldurmuştum. Zaten sözelciler bilirler çok fazla tercih seçeneğiniz yoktur. Edebiyat, Tarih gibi branş derslerin öğretmenliklerinin dışında, arkeoloji, halkla ilişkiler, gazetecilik, rtv.. gibi bölümler vardı. Büyüğünce ne olacağımı hiç düşünmemiş olsam da, büyüğünce ne olmayacağımı biliyordum. "ben asla öğretmen olamam!!" var olan bilgilerimi aktarmaya sabrım yetmiyor. Tekrar tekrar tekrar aynı şeyleri anlatmak sinir kat sayımı yükseltiyor. Öğretmenlik çok önemli bir meslek ve bu işi gerçekten hakkını verecek insanların yapması en doğrusuydu. Bende tek bildiğim “benden bir öğretmen olmaz”  felsefesi doğrultusundaki burada öğretmenlik dışında ne varsa yazdım da yazdım. Birkaç hafta sonra sonuçlar geldi. 

Hiçbir planım olmamasına rağmen İletişim Fakültesi - RadyoSinemaTelevizyon bölümünü kazanmıştım. Güç bende artıkkkk. Matematiğe açtığım savaşı kazanmıştım. Allahım üniversiteyi kazanmaktan daha çok bana karşı duran beni ezikleyen öğretmenlere, rehberliklere, aileme ve en önemlisi de MATEMATİĞE karşı kazandığım zaferin sarhoşluğuna düşmüştüm. Kendimle gurur duyuyordum. Gidip kayıt yaptırıldı. Dersler başladı. Bu bölümde her üniversitenin kendine göre bir çizgisi var. Bizim okulda İletişim fakültesinde üç bölüm vardı. Halkla İlişkiler – Gazetecilik – RTV (RadyoSinemaTv). Bütün öğrencilere 4 sene boyunca Her branşın dersi veriliyor. Bir uzmanlaşma alanı yok. Ama sen bir seçim yapar ve bir yolda gitmek istersen sabit sorumlu olduğun derslerin dışında seni her türlü destekleyen öğretmenler, danışmanlar oluyor. İlk sene fix Türkçe, Tarih, Psikoloji, Sosyal Psikoloji dersleri gördük. 2. Sınıfta asıl branş derslerine geçtik. Ve ben 2. Sınıfta kararımı vermiştim. Ben “Süper Kadın Yönetmen” olacaktım. 

O, bir önceki yazımda gittiğim doktor var ya.. bana IQ testi yapan. İşte artık onun görsel zekâ ile ne demek istediğini anlamıştım. Gözümün gördüğü her kareyi kafamın içinde senaryolaştırıyor, her anı sahne sahne yazıyordum. Derken ilk drama kısa film senaryomu yazmaya başladım. Üst sınıflardan yetenekli ve sinema sektöründe ilerleyen büyük arkadaşların desteğiyle ilk başyapıtımı ortaya çıkardım.  Ama bende ne heyecan, ne heyecan… Filmimi DVD’lere çekip çekip babamgillere, halamgillere, dayımgillere yolluyordum :)). Hatta müthiş bir film galası bile düzenlemiştik. Yemin ediyorum yaa süper eğlenceliydi. Sonra ben ikinci şizofren işlemesiyle senaryoma başladım. Bu arada babama da devamlı “ben yönetmen  olacam babaaa” diye atarlanıyordum. Babamda ısrarla devlet memuru olmamı istiyordu. Kesinlikle İstanbul’a gidip sektöre girmeme izin vermeyeceğini söylüyordu. Bende zamanla bendeki azmi ve ışığı oda görecek, bana izin verecek diye kendimi avutuyordum.  3. Sınıfta iki reklam filmi ve bir sosyal sorumluluk belgeseli yazmış ve yönetmiştim. Ama yemin ediyorum bu işi yaparken var ya kendimden geçiyorum. Gece gündüz çalışıyorum. Şuan 12 saat uyusam uykuya doymayan ben, o zamanlar yani gençken mi desem :p aşağı yukarı 3-4 saatlik uykuyla dıpçık gibi oluyor, haldır haldır yazıyor, set ekibi ayarlıyor çekimden çekime koşturuyordum. Her sene sonu yaz tatilinde de babama bana İzmir TRT’de staj ayarlaması için yalvarıyordum. Ama babam hep bir şeyleri bahane edip beni 3 ay boyunca yan gel Osman her yer Bostan felsefesiyle tatil yaptırıyordu. Ama ben son yaz tatilimi riske atmadım şansımı baba bırakmadım ve babamdan habersiz Ankara TRT Genel Merkezde kendi stajımı kendim ayarladım. Babamı da arayıp ben gidiyom dedim. Sonuçta kötü yola gitmiyordum. Bileğimin hakkıyla çalışmaya kendime yeni ufuklar açmaya, işi yerinde öğrenmeye gidiyordum. Gittim de… 

Benim okulumda zorunlu staj yoktu. Bende TRT’ye gidip genel müdüre kendi isteğim ve arzumla geldim dedim. Oda iyi o zaman çalış dedi. Bende iki ay staj yaptım. Zorunlu yapanların stajı 40 gündü. Ben 60 gün yaptım. Tatil bitmesine yakın gidip azıcıkta dinleneyim dedim. Staj belgesi vermişlerdi diğer zorunlu yapanlara. Bende istedim. 60 gündürlü staj yapıyorum bi sertifika rica ederim dedim. Gönüllü geldiğin için sana herhangi bir resmi evrak veremiyiz dediler. Şok oldum. Nasıl ya ben burada çalıştığımı nasıl ispatlayacağım dedim. Ağız burun kıvırdılar. Lan acaba babam beni cezalandırmak için tezgah mı kurdu diye bile düşündüm. Ama yok doğruymuş. Okul göndermediği için gönüllü olarak çalıştığım için el elde cep cepte çıkmıştım. Ama olsun gerçek stüdyolarda çekim yapmıştım. Bunun hazzı bana yeterdi. 

Son seneme gelmiştim. Babam hala kararında ısrarcıydı ve beni İstanbul’a kesinlikle göndermeyecekti. Ama bende kararlıydım. Ben yönetmen olmak için doğmuştum. Koca fakültedeki tek bayan yönetmendim yaa borumu..? Bunu babam nasıl anlamıyor nasıl göremiyor diye hayıflanıyordum. Gerekirse evden kaçacaktım. Şaka gibi. Eski Türk filmlerinde dansöz olmak için, sanatçı olmak için evden kaçan kızların yeni jenerasyonu olarak ben yönetmen olmak için evden kaçma planları yapıyordum. Haziran ayında mezun olacaktım. Mayıs ayında 1. Sınıftan beri beni destekleyen danışman öğretmenim olarak her projemin altına imzasını atan bir hocam, beni bir sanat yönetmeniyle tanıştırdı. Onunla da konuştu. Temmuz ayında Bodrumda çekimleri başlayacak olan yeni bir dizide Sanat Yönetmeni Asistanı olarak işe başlayacaktım. Tanrım mutluluktan ölmek üzereydim. Birkaç hafta sonra eniştem aradı. Benim eniştemde oyuncu bu arada. O da çekimleri Temmuz sonu gibi başlayacak bir diziyle anlaşmış. Gel senide kadroya aldırayım dedi. Ohaaa daha diplomamı almadın işler ayağıma geliyor diye, takmışım güneş gözlüğümü saçlarımı attıra attıra geziyorum. Havamdan geçilmiyor. “Ayy ama Sanat Yönetmeni Asistanı olarak Temmuzun başında Bodruma gidiyorum yeni bir dizi başlıyor da…” Dedim ama olur da bir aksilik çıkarsa hemen yanına gelirim enişte sen yerimi ayırt yinede dedim. Çok garanticiyimdir söylemesi ayıp :) Tabikisi bu gelişmelerden babamın haberi yok. Çat diye gidip, gittiğim yerden arayacağım ve bir nevi emri vaki olacak. Sonra haziranda mezuniyet telaşı başladı. Haklı gururumla mezun oldum. 

Artık süper kadın yönetmen olmam için önümde hiçbir engel yoktu. Birkaç hafta dinlendim. Temmuz geldi. İlk hafta geçti arayan soran yok. İkinci hafta yine arayan soran yok. Bende danışman hocamı aradım. İki gün sonra telefonum çaldı. Ama ben neredeyse bavulumla kapıda yatıyorum. Telefon çaldığı anda kendimi yollara atacağım. Açtım telefonu “Sayın KARACA, yapımcıyla bir takım sorunlar oldu ve çözülemedi. Dizimiz bütçe yetersizliği nedeniyle iptal olmuştur.” “Kaç para lazım ki benim birikmişim var” diyecektim ama elimdeki para yetmeyecekti. Bir umut işte benimki… Önce olduğum yere kendimi atıp böğüre böğüre bir ağladım. Sonra biraz sakinleşince eniştem aklıma geldi. Hemen onu aradım. “Enişte ben yanına geliyorum. Ne iş yapacağım sette?” diye direk konuya girdim. “Yaa Sayın KARACA benim anlaşma yaptığım dizi ekibi el değiştirmiş. Hiç sevmediğim ve güvenmediğim insanlar gelmiş. Bende sözleşmemi fes ettim. Yani anlayacağın o iş iptal. Güvenmediğim insanların içine senide gönderemem!!” Tabi ben daha telefonu kapatmadan kendimi yine olduğum yere atıp böğüre böğüre ağlamaya devam ettim. 


Başarıya giden yollarım sandığım kadar da asfaltlı otobanlardan geçmiyormuş. Şuan bildiğin Texas’ın ıssız topraklarında, dikenli yollara düşmüştüm. 
devamı bir sonra ki yazımda...
sevgiler,saygılar efemm...




1 Mart 2013 Cuma

Vol1 - Matematik Benim Can Düşmanımdı


Bir gün büyüyüpte “ahh ahh bizim zamanımızda…” diyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Zaten cümlesine öyle başlayanları da yaşlı bulur “hee hee” der kulak arkası yapardım.  Artık böyle cümleler kurabilecek yaşantılarım, tecrübelerim oldu. Öncelikle belirteyim bu oldukça uzun bir yazıdır ve aşağıda okuyacağınız vol1. Yani yazının, yazı dizisi olacağı kesindir. Vakti olup okuyabilecek arkadaşlarımı öpüyorum ;)
Ben ilkokul, ortaokul, lise… Okul dönemlerinde hep anın tadını çıkartan bir insan oldum. Hayatta fazla not için kendimi kasmadım. Geçer notun biraz üstü almam kâfiydi. Yeter ki sınıfta kalmayım. Hiç geleceğe dair mesleki planlar, ideallerim olmadı. Mesleki tercihler konusunda fazlada fikrim yoktu. Doktor, avukat, öğretmen… fix meslekler vardı. Zaten matematikten anlamıyorsan en baştan ambargoyu yiyordun ki.. “matematik yapamayan adam olmaz” diye bir kalıp vardı. Öğretmenler, veliler herkesin ortak bir görüşüydü. Liseye başladığımda bir tek matematiğin nasıl yazıldığını biliyordum. Gerisi hak getire sanki öğretmen tahtada İspanyolca konuşuyor ve bende anlatılanlara Fransız kalıyordum. Çarpma bölme, dört işlemi geçte.. İnsan bir bilinmeyenli denklemi bile yapamaz mı? Ben yapamıyordum. Tabi akabinde Fizik ve Kimyada çuvalla giriyordu. Ailem matematik yapamadığım için beni ezdikçe eziyor, ileride benden hiç bir şey olmayacağını söylüyorlardı. Çok iyi hatırlıyorum lise 1. Sınıfta başladığımda, Matematik-Fizik-Kimya dersleri için özel hoca tuttular. Özel dersle sıfırdan bire yükselttim notumu. Eve gelen öğretmen tek tek anlatıyor. A’yı B’yi verip C’yi bulmayı gösteriyor. Tamam, anladım OK. Sonra bana B’yi C’yi verip A’yı soruyor. Ama biraz evel bunu göstermediniz ki diyip yapamıyordum. Kızım aynı mantık işte gösterdiğim gibi aynı yolla yapacaksın. Ben birden mala bağlıyor soruya boş gözlerle bakıyordum. Sonra öğretmen babama gitmiş demiş ki “ Beyefendi ben gelir ders vermeye devam ederim. Paramı da alırım ama yok yani kızınız öğrenemiyor, yapamıyor demiş.” Babam yıkılmış tabi. Bu yıkıntıyı da bana fazlasıyla hissettirince ben Lise 1’in birinci dönemi depresyona girdim. “Geri zekâlı olduğum için matematik yapamıyorum.” Diye ağla ağla kendimden geçiyordum. Sonra beni aldılar 9 Eylül Hastanesinin Ergen Psikiyatrisine… Doktorla görüştük. “doktor hanım ben matematik yapamıyor. Ne yaptıysak anlamadım. Özel dersle karnemdeki notu sıfırdan bire yükselttim. Anlayacağınız ben geri zekâlı olduğum için oluyor bunların hepsi” Doktor güldü tabi. Ama ben o psikolojiyle doktorun gülüşünü “ Evet sen öylesin ve bunun tedavisi yokkk!!” diye algıladım. Beni aldılar IQ Testine soktular. Bir sürü sorular sorular, şekiller, benzetmeler.. tonlarca testler yapıldı. Birkaç hafta sonra sonuçları almaya gittik. Doktor odasına yalnızca beni aldı. Elinde sonuçların yazdığı kâğıtlar, kendinden emin bakışlarla “Bak Jr. KARACA, kendini boşuna üzme, matematik öğrencem diye de kasma yavrucum. Çünkü senin matematik zekan yok” neyyy nasıl yaa ahanda ben bittim. Bizimkiler beni öldürecek. Evlatlıktan reddedip kendilerine yeni bir evlat arayacaklar. Sonra doktor aklımdan geçenleri duymuş gibi sözüne devam etti. “Öncelikle sakin ol. Üstündeki baskıyı anlıyorum. Fakat her insan matematikten anlayacak diye bir şey yok. Beyin şöyle şöyle bölümleri vardır. Her insanın farklı özellikleri ağır basar. Senin test sonuçlarına göre sen matematik (hesap kitap mevzuları) mantığını işletemiyorsun. Fakat diğer yandan sözel ve görsel zekân normalin üstünde. Sözel neyse de görsel zekânın ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu o zamanlar. 

Ben matematik yapamayacağımı doktor raporuyla ortaya koydum ya.. Allahım bana bir rahatlama geldi. Omuzlarımdan bir yük kalktı sanki. Tabi aynı şeyi ailem için söyleyemeyeceğim. Onlar o zamanlar hala “matematik yapamayan insandan bir şey olmaz tezini savunuyorlar.” Ben bu olaydan sonra matematiğe bir savaş açtım. Lise 2’de direk bölüm olarak sözeli seçtim zaten. Matematiği de dört işlemden bir adım öteye götürmedim. Lise son sınıfta malumunuz ÖSS için dershaneye başladım. Fakat sözelci bile olsan en az 8-10 tane matematik yapacaksın yoksa hiçbir üniversiteyi kazanamazsın diyorlar. Hahahayy mümkün mü bana bu saatten sonra tek bir matematik sorusu çözdürmek? Tabikisi mümkün değil. Ama yok diyorlar. Sayısalcılar almış başını yürümüş. Bütün sayısalı çözüp arta kalan zamanda da sözeli yalayıp yutuyorlarmış. Eğer bir sözelci olarak 10 tane falan matematik yapmazsam üniversite kazanmam mümkün değilmiş. Falanmış filanmış. Görürsünüz lan hepinize göstereceğim gününüz diyerekten günden güne hırslanıyorum. Matematik bildiğin can düşmanım oldu. Gün geldi ve hayatın ön önemli anı ÖSS sınavı çattı. Ben çatır çatır sözeli yaptım. Fazladan 20 dakikam kaldı. Kitapçığın MATEMATİK bölümü var önemde. Yalan Dünya’daki Zerrin gibi “yeneceemm ulan seni MATEMATİKK” diye haykırdım içimden ve tek bir matematik sorusuna bakmadan kitapçığı kapatıp teslim ettim ve sınavdan çıktım. Ama ne yalan söyleyim “ya doğru söylüyorlarsa, ya hiç matematik yapmadım diye kazanamazsam” diye içimi bir kurt kemiriyor ama varsın kazanamayayım ben bu yoldan dönmem diye Cesur Yürek filmindeki Mel Gibson gibi atın üzerinde dimdik zafer kazanmışçasına eve döndüm. Sonuçlar açıklandığında Türkçeden 45 soruda 44 yapmışım. Gerisi de iyi yani ama ne olacağını kestiremiyorum. 24 hakkımızın olduğu seçim kâğıdını dolduracaktık. Fakat ben bütün varımı yoğumu ilk önce matematik öğrenmeye, öğrenemeyeceğimi anlayınca da herkese inat matematiğe açtığım savaşla uğraştığım için, o ana kadar ne olmak istediğimi hiç düşünmemiştim ki… 

devamı bir sonra ki yazımda...
sevgiler,saygılar efemm...

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...